This site uses cookies.
Some of these cookies are essential to the operation of the site,
while others help to improve your experience by providing insights into how the site is being used.
For more information, please see the ProZ.com privacy policy.
Freelance translator and/or interpreter, Verified site user
Data security
This person has a SecurePRO™ card. Because this person is not a ProZ.com Plus subscriber, to view his or her SecurePRO™ card you must be a ProZ.com Business member or Plus subscriber.
Affiliations
This person is not affiliated with any business or Blue Board record at ProZ.com.
English to Turkish: Psychology/Psikoloji General field: Social Sciences Detailed field: Psychology
Source text - English Psychology is often defined as "The science that deals with mental processes and behavior".
In the modern day, there are basically two prevailing schools of thought. 'Geneticists' and 'Behaviorists'... the old notion of "nature vs nurture."
The Geneticists are inclined to think that human behavior is derived from heredity and instinct. Often on the news, reports detail how some study claims to find the 'genetic predisposition' 'to being republican' or 'smoking cigarettes'. This supports the world view that we are 'hardwired' in some way and that even subtle nuances of behavior, such as an inclination for addiction, is genetic or "instinctual" in some way.
The Behaviorists, on the other hand, see the human being as a product of conditioning, as based on the environmental exposure of that person. Therefore, the actions of a person have a source that is derived from experience or a triggered train of thought, brought on by a learned understanding. The mechanism of action/belief therefore is sourced in learning, not heredity or instinct.
Which is more relevant? Obviously, both views are relevant in certain ways. Our interest in surviving and reproducing is imprinted/genetic in some way, as it is directly associated with fundamental survival. However, the means by which survival is obtained is entirely based on the social conditioning of that person. If a person grows up in a scarce, poverty stricken environment, with limited access to employment, they will have more of a propensity to engage in illegal activity to survive... more so, then say a middle class person who has basic needs met.
On the other side of the spectrum, if a person with great wealth has grown up in an elitist family and is thus conditioned into thinking that his or her wealth/class serves as a status symbol, they might often exploit those who work for them or perform illegal activities to conform to the identity and social arrogance they think is real.
The bottom line is that it is environmental conditioning that really affects 99% of our actions, and all diligent behavior studies have proven this time and time again.
People become alcoholics not because they have a genetic predisposition, but because of the influence of their parents or friends. If you abuse a child, very often they grow up to abuse other children. When the mass media promotes a certain idea in society, such as "terrorism", the public is conditioned into believing this is true and a real threat, regardless of reality. The fact is, we are emergent, vulnerable organisms and always undergoing influence, conditioning and change to a certain degree.
That 'degree' is largely influenced by the social/ideological identifications which many have been conditioned to think are immutable. This particular state of awareness is where paralysis comes in, for there is nothing in nature to support the conclusion that anything we think about today will not be outdated in the future, for one of the few patterns we can stand behind with a certain degree of confidence(so far) is the reality that all elements of nature are emergent. The 'identification' with a set understandings for the sake of ones integrity is a serious distortion in our world, for it is considered a 'weakness' when a person is proven wrong. This is, of course, absurd, for to be proven wrong is how most learn and it should not be a feared circumstance.
Fritz Pearls once said that "The human species is the only species that has the ability to interfere with their own growth". This is an important understanding, for our belief systems, which we think we must keep to support our identities, often stand in the way of new, changing understandings and personal growth.
The most dominant institutions which perpetuate this paralysis seem to be Theistic Religion and The Monetary System. Theistic religion promotes a fixed world view, with a "faith" based understanding that rejects logic and new information. The Monetary System ( in all countries) is based on Competition for Labor and thus Labor for Money. Very simply, the "competitive edge" can only be sustained through self-perpetuation, and self-perpetuation/self interest naturally leads to a static institution which prefers not to change, for it threatens the survival of that business, government or the like.
This is unsustainable.
Translation - Turkish Psikoloji sıklıkla “zihinsel süreçleri ve davranışı ele alan bilim” olarak adlandırılır... Modern çağda, temel olarak iki düşünce okulu geçerli hale gelmiştir. 'Genetikçiler' ve 'Davranışçılar'; yani eski “doğuştan mı, sonradan olma mı?” kavramı. Genetikçiler insan davranışının kalıtım ve içgüdülerden kaynaklandığını düşünme eğilimindedir. Bir çalışmanın nasıl “cumhuriyetçi olma” ya da “sigara içme” konusunda bir “genetik yatkınlık” bulduğunun ayrıntılarını çoğunlukla haberlerde duyuyoruz. Bunlar bizim bir şekilde “donanımlı” yaratıldığımız ve küçük davranış ayrıntılarının bile bir şekilde genetik ya da “içgüdüsel” olduğu şeklindeki dünya görüşünü destekliyor. Öte yandan Davranışçılar, o kişinin çevreden aldığı etkilenmeye dayanarak, insanoğlunu bir koşullanma ürünü olarak görür. Bu nedenle, bireyin davranışlarının kökeni deneyimlerinden ya da öğrenilmiş anlayışın yol açtığı bir düşünce zincirinin tetiklenmesinden kaynaklanır. Dolayısıyla hareket/inanç mekanizmasının kaynağı kalıtım ya da içgüdü değil, öğrenmedir.
Peki hangisi daha geçerli? Açıkçası, her iki görüşün de haklı olduğu yönler var. Yaşama ve üreme isteğimiz bir bakıma damgalanmış/genetiktir. Çünkü doğrudan temel, hayatta kalma güdüsüyle ilişkilidir. Ancak hayatta kalmak için seçilecek yollar/araçlar, tamamen o kişinin sosyal koşullanmasına bağlıdır. Eğer birey kaynakları kısıtlı olan, yoksul bir çevrede büyümüşse, işsiz kalmışsa, yaşamak için kanun dışı aktivitelere başvurma olasılığı temel ihtiyaçları karşılanan orta sınıftaki bir bireye göre daha yüksek olacaktır.
Yelpazenin diğer ucunda, eğer birey elitist bir ailede büyük bir refah içinde büyümüşse ve dolayısıyla servetinin/sınıfının bir statü sembolü olduğunu düşünmeye koşullanmışsa, bu kişiler çoğunlukla onlar için çalışan kişileri istismar etmekte ya da gerçek olduğunu düşündükleri kimlik ve sosyal küstahlığa uymak için yasadışı aktivitelerde bulunmaktadır.
Buradaki ana nokta, çevresel koşullanmanın gerçekte hareketlerimizin %99’unu etkiliyor olmasıdır ve tüm titiz davranış çalışmaları bunu tekrar tekrar göstermiştir.
Alkolikler genetik yatkınlık nedeniyle alkolik olmazlar, arkadaşlarının veya ebeveynlerinin etkisiyle olurlar. Eğer bir çocuk istismar edilirse, çoğunlukla büyüdüğünde diğer çocukları istismar edecektir. Kitle iletişim araçları topluma “terörizm” gibi belli bir fikrin reklamını yaptığında, kamuoyu gerçeklerden bağımsız olarak bunun doğruluğuna ve gerçek bir tehdit olduğuna inanmaktadır.
Gerçek şu ki, bizler gelişen, duyarlı organizmalarız ve daima etki altında kalırız, koşullanırız ve bir dereceye kadar değişiriz.
Bu “derece”, birçoğumuzun değiştirilemez olduğunu düşünmeye koşullandırıldığı sosyal/ideolojik tanımlamalardan büyük ölçüde etkilenir. Bu özel farkındalık durumu, doğada bugün düşündüğümüz herhangi bir şeyin gelecekte de değişmeyeceği sonucunu destekleyecek hiçbir şeyin olmadığı yerde ortaya çıkan bir felç durumudur, belli bir derecedeki güvenle (o ana kadar) tahammül edebildiğimiz az sayıdaki örnekten biri, doğadaki tüm elemanların geliştiği gerçeğidir.
Bireylerin bütünlüğünün korunması için bir dizi anlayışın “tanımlanması”, dünyamızdaki ciddi bir çarpıklıktır, çünkü bir insanın yanıldığının kanıtlanması “zayıflık” olarak görülmektedir. Bu elbette saçmadır, çünkü çoğunluğun yanıldığı kanıtlanarak öğrenilir ve yanılmak korkulacak bir durum değildir. Fritz Pearls bir zamanlar “İnsan türü kendi gelişimine müdahale edebilen tek türdür” demişti. Bu bizim kimliklerimizi desteklemeye devam etmemiz gerektiğini düşünen ve yeni, değişen anlayışlara ve kişisel gelişime karşı sıklıkla direnen inanç sistemlerimiz için önemli bir kavrayıştır.
Bu felç durumunu devam ettiren en baskın kurumlar Teistik (Tanrıya inanan) Dinler ve Finans Sistemi’dir. Teistik dinler, sabit bir dünya bakışını teşvik eden, mantığı ve yeni bilgileri reddeden “kaderci” bir anlayışa sahiptir. Finans Sistemi (tüm ülkelerde) İş için Rekabet’e ve dolayısıyla Para için İş’e dayanır. Çok basit anlatacak olursak, “rekabet sınırı” ancak kendini devam ettirme yoluyla sürdürülebilir ve kendini devam ettirme/kendine çıkar sağlama da doğal olarak değişmeyi tercih etmeyen statik bir kuruma yol açar, çünkü değişim o işin, hükümetin ya da benzerlerinin devamını tehdit eder. Bu iddia savunulamaz.
Turkish to English: Sosyoloji/Sociology General field: Social Sciences Detailed field: Social Science, Sociology, Ethics, etc.
Source text - Turkish Sosyoloji genelde, “toplumun ve insanoğlunun birbirine karşi davranışlarını" değerlendirir. Kognitif ve Materyal Yapımı deneyimleyen bir bölümdür. Kognitif Sosyal Yapımının gelişmiş kuruluşunun bir örnegi “din”dir ve topluluk bilincini etkiler. Mesela Profil Hıristiyanlar için insan eğilimi 'hayatın' doğanın ayrı bir unsuru ve doğmamış bir fetüsün öldürülmesinin yanlışlığının savunmasını paylaşır. Aynı zamanda, yarış içinde olan parasal sistem 'yarışın' insan oğlunun kendisini adayacağı en üretici sosyal durum olduğunu destekler. Fakat diğer taraftan Materyal Sosyal Yapıya bakarsak, şirketler ve devletler formunda var olur ve hepsinin toplum açısından çok etkisi vardır. Tabi ki bütün Materyal Sosyal Yapı Kognitif gerçeğe doğru yönelmektedir ki o yüzden sürekli arkalarında bir ideoloji vardır.
Yaygın olan bir sosyal konu 'İnsan Doğasıdır' ve topluluk açısından nasıl bir etkisi olduğudur. Mesela çoğu insanlarca, insanoğlunun doğal olarak birbiriyle yarışması ve bunun yanında sosyal sınıflanmanın veya sıralı düzeninin 'doğal insan eğilimi' olarak kavranmasıdır. Bu bir yanıltmacadır. Mesela sürü halinde aslanlara bakarsak, yem için doğal sosyal sıralı düzenlerini ve bunun için vahşi bir yarış içinde olduklarını görürürüz. Bu görünüm, insanlara, toplumunda doğasında olduğunu düşündürür (savaş, ego, aç gözlülük vs). Fakat gözden kaçırılansa ortadaki çevresel şartlardır. Aslan sürüsü 'kıtlık' içinde var olmaktadır. Yem için tuzak kurabilecek yetenekleri yoktur, veya yemlerine 'talep üzerine' ulaşamazlar. Onlar birbirlerine karşi saldırgan olup avlanırlar. Bu da hayatta kalabilmeleri için doğal olarak 'yarışı' yaratır. Aslanlar birbirlerine kızgın olmak ZORUNDADIRLAR.
Bunun karşilığında da sıralı düzen, en güçlü olan aslanların kazanmalarıyla oluşur ve bunun karşilığında sınıflaşmanın kotrolü uygulanır, aynen bizim insan topluluğumuzda olduğu gibi. İnsanlarda yaradılıştan beridir kıtlık içinde yaşamıştır. Her nasılsa zaman geçtikçe, üretme yeteneğimizden dolayı 'medeni' olmaya başlamışız. Aslanların aksine, insanlar aletler üretip seri takrir işlemiyle insan oğlunu belirli işlerden ve problemlerden özgür kılıp 'kıtlığı' azaltmıştır.
Bu 'içyüzüne' temel seviyeden baktığımızda eğer kıtlık yok edilirse, o zaman insan davranışları da çarpıcı bir şekilde değişir ve yarışmak, hükmetmek ve toplumu sınıflaşmaktan uzak tutar. Aynı şekilde bugünkü zaman testinden geçemeyen demode ideolojiler, örnegin tanrıcılığa ait din, insanların/toplumun farklı bir tarzla inşa edildiği mit’leri uzlaştırıyor. Mesela Katolik ideolojisi, insanlar doğduğunda 'günahla doğar' ideolojisidir. Saçma ve demodedir ve insan davranışının ilkel anlayışıdır. Bir Ghandi veya bir Hitler “bebeği” arasında hiç bir fark yoktur. İnsanı şekillendiren çevresi ve toplumdur. Bu yüzden, gerçek toplumsal değişim için, kalıplaşmış anormal davranışlar sergileyen ve toplumu kirleten düşünceleri silmeliyiz. Hapishane, Polis ve Kanun sırf uydurma işlerdir ve gerçekten herşeyi zamanla daha kötüye götürür. Sonuçta, insan davranışlarını iyiye doğru değiştirmemiz için kültürümüzü yeniden inşa etmemiz gerekiyor.
Translation - English Sociology is often defined as "The study of society; human social interaction".
This field considers social structures, both Cognitive and Material. An example of a Cognitive Social Structure is the established institution of religion and how its operation affects the collective awareness. For instance, Prolife Christians share a disposition that human"life" is a separate element of nature and that killing an unborn fetus is wrong. Concurrently, the competition based monetary system has proponents putting forth ideas such as how competition is the most productive social state that humans can engage in.
Material Social Structures, on the other hand, are very obvious and they exist in the form of corporations and governments, each having a strong influence on society. Of course, all Material Social Structures bleed over into the Cognitive realm, for they always have an ideology behind them.
Now, a common sociological issue has to do with "Human Nature" and its effect in a collective sense. For instance, most people have been taught that human beings are naturally competitive with each other, along with the assumption that social stratification or hierarchy is also a "natural human tendency".
This is a fallacy.
If you look to, say, a pack of lions, you will see social hierarchy and violent competition for food in most cases. This comparison is what leads people to think it is a natural occurrence in human society as well (war, greed, ego, etc.). What is overlooked however, are the Environmental Conditions present in each case. The pack of Lions exist in a world of Scarcity. They do not have the ability to create traps for food, nor is food accessible in an 'on demand' basis. They have to hunt and fight with each other. This creates competition naturally, for in order to survive, the lions MUST be aggressive with each other. In turn, hierarchy is developed for the strongest of these lions wins the most, and in turn exert their dominance in a stratified way.
Likewise, in our current Human Society, the exact same thing is going on. Humans have been living in the same sort of scarcity since the dawn of existence. However, as time has gone on, we have become more and more "civilized" due to our ability to Create. Unlike the Lions, humans are able to create tools and set in motion processes that free the human being from a particular chore or problem, reducing Scarcity.
Given this "insight" we then see that on a fundamental level that if scarcity could be eradicated, then human behavior would undergo a dramatic change, moving away from competition, dominance and stratification.
Likewise, outmoded ideologies that do not stand up to the test of time, such as theistic religion, compound this myth that humans/society are built a certain way. For example, the Catholic ideology states that humans are "born with sin".
This is absurd, outmoded and based on a primitive understanding of human behavior.
There is no difference between a Ghandi baby or a Hitler baby... it is the environment that shapes the person and hence the society (and vice versa).
Therefore, true Sociological change will come from removing the conditions that cause the aberrant behavior patterns which pollute our societies. Prison, Police and Laws are mere patchwork and, in fact, tend to make things worse over time.
Ultimately, it is going to take a redesign of our culture to change human behavior for the better.
English to Turkish: Technology/Teknoloji General field: Tech/Engineering Detailed field: Engineering: Industrial
Source text - English When we consider the relevance of our social structures and ideologies in society, very often we view governments, politicians and corporations as the guiding organizational and catalystic institutions responsible for the quality of our lives. This is, of course, true... but only to a certain extent. As time has moved forward, human beings have become more and more aware of nature, its processes, and thus have been able to derive inference about how to imitate nature in all its creative glory.
The result has been Technology, which is what separates us humans from the other species as far as functionality. We have the ability to create in very vast ways. If we don't want to clean sewers, we can devise a machine to do it for us.
At the beginning of the Industrial Age, a great majority of people worked in factories. Today, automation comprises 90% of nearly all factories. This has displaced humans and created a large, artificial "service" industry in order to keep humans in employment for money.
This pattern is very revealing. The implication is that machine automation is constantly challenging the role of general human labor. This doesn't mean that humans will have "nothing to do" as time moves on. Quite the contrary... this implication denotes the freeing of humanity from jobs which humans do not care to engage in, so they will have time to pursue what they choose to. As an aside, it is important to point out that society today assumes a very negative posture towards humanity, retaining the belief that if human beings were not "required" to do something, they would just sit around, be lazy, and do nothing. This is absurd propaganda.
The notion of "leisure" is a monetary invention, created because of the oppressive, fascist basis of the employment institution itself. Laziness is, in fact, a form of rejection of the system. It is a quality that only exists due to the oppression and required servitude.
In a true society, there would be no such thing as the separation of "work and "leisure", for humans should be allowed to pursue whatever they feel is relevant. To put it a different way, consider the curiosity and interest of a child. He or she doesn't even know what money is...Do they need to be motivated by money to go out and explore/create? No. They have a personal interest and they pursue it without reward. In fact, the greatest contributors to our society, such as Einstein, Newton or Galileo, pursued what they did without any regard to money. They did it because they wanted to. The act of doing and contributing was their reward.
The point here is that money is not a true incentive for anything and to think as such is to assume that humans are inherently lazy and corrupt. Laziness and corruption are products of the conditioning our social system creates.
Now, coming back to technology, we find that our quality of life, as far as functionality, has been increased greatly by the benefits of the technological tools we create. From a lawn mower to a pace maker, technology saves lives and decreases the amount of time we need to spend on mundane, difficult or dangerous activities. In fact, if one steps back far enough, it becomes clear that Technological development is the most important institution we have and the pursuit of socially helpful technology(not weapons) should be the highest priority of the culture.
At the same time, technological development is brought about by a particular train of thought, or process... this could be called "The Scientific Method". Carl Sagan was once quoted as saying something to the effect of "Society welcomes the gifts of science, but rejects its methods".
This is very true in the modern age, for what the public fails to understand is that science is not just a tool... it is a near universal functionality which can be applied to society in ways many would not think about.
It seems obvious that technology improves our lives and serves as the greatest liberator of human life in the material realm... so why aren't its methods applied to society as a whole?
Obviously, the scientific method is used constantly for isolated systems, but it has never been truly considered in the broadest ways. This is largely due to age old superstitions which battle the logic of science in favor of a dogmatic, outdated and highly romanticized world view.
If we had the option to rebuild a society from scratch, how would we do it to make it the most efficient, sustainable and humane? This is our perspective. Obviously, we cannot build a society from scratch but the point is clear. It is time we stop thinking about monetary concerns and limitations, and begin to think about the possibilities we have here on earth in the broadest sense.
It is this interest that has created the concept of a 'Resource Based Economy'. The Venus project has been working on this concept for a long time and its foundation is very simple. We survey, preserve and maximize our use of planetary resources in conjunction with open information and technological development.
In this view, little is left to subjective interpretation, for it is a scientifically derived strategy for social construction at the very core. From there, the scientific parameters work themselves out as far as possibilities.
Translation - Turkish Toplumdaki sosyal yapılar ve ideolojiler arasındaki ilişkiyi düşünecek olursak; hayatımızın kalitesinden sorumlu temel ve çözüm getirici unsurlar olarak genellikle hükümetleri, politikacıları ve şirketleri görürüz. Bu tabi ki doğrudur ama sadece belirli bir noktaya kadar. Geçmişten günümüze zaman ilerledikçe, insanlar doğa ve işlevleri konusunda çok daha fazla bilgi sahibi oldular. Böylelikle, tüm yaratıcı ihtişamı ile doğayı taklit edebilmek için farklı çıkarımlar türettiler.
Bu türetmelerin sonucunda teknoloji oluşmuştur. Teknoloji, biz insanları işlevsellik açısından diğer türlerden ayıran şeydir. Bizler, çok farklı yollardan yaratma yeteneğine sahibiz. Eğer, kanalizasyonu temizlemek istemiyorsak, bunu yapması için bir makine geliştirebiliriz.
Endüstri çağının başlarında, insanların çok büyük bir kısmı fabrikalarda çalışıyordu. Bugün, bütün fabrikaların 90%’nında otomasyon yoluna gidilmiştir. Bu ise, insanları fabrikalardan çıkarmış ve yine onları para karşılığı istihdamda tutmak için geniş ve yapay ‘hizmet’ endüstrisini yaratmıştır.
Bu kalıp oldukça açıklayıcıdır. Bundan makine otomasyonunun sürekli olarak, genel insan emeğine meydan okuduğu çıkarılabilir. Bu demek değildir ki zaman ilerledikçe insanlar ‘yapacak hiçbir şey’ bulamayacaktır. Aksine bu kalıp bize, insanlığın çalışılmak istenmeyen işlerden kurtarılabileceğine ve böylelikle gerçekte neyi istiyorlarsa onun peşinden gidebileceklerini anlatıyor. Buna eklenecek başka bir konu ise, bugünkü toplumun; insanlığa karşı negatif bir tutum içinde, insanların eğer bir şey yapmaları ‘ihtiyacı yaratılmazsa’, hiçbir şey yapmadan tembelce oturacakları inancına sıkı sıkıya bağlı oluşudur. Bu saçma bir propagandadır.
‘Boş zaman’ istihdam sağlama uygulamasının faşist, baskıcı temeli sonucu yaratılmış bir kavramdır. Tembellik aslında bir çeşit sistemi reddetmedir, baskı ve hizmet etme zorunluluğu sonucu ortaya çıkar.
Gerçek bir toplumda, ‘iş’ ve ‘ boş zaman’ diye bir ayrım olmamalıdır. Çünkü insanlara her ne istiyorlarsa onun peşinden gidebilmelerine izin verilmelidir. Başka bir yolla anlatmak gerekirse, bir çocuğun merak ve ilgisini ele alalım. Çocuk paranın ne olduğunu bilmez… Dışarı çıkıp keşfetmek/yaratmak için para ile motive edilmeye ihtiyacı var mıdır? Hayır. Kişisel bir merakı vardır ve herhangi bir ödül beklemeden bu merakının peşinden gider. Aslında, Einstein, Newton ya da Galileo gibi toplumumuza büyük katkıları bulunan kişiler de para ile ilgilenmeden isteklerinin peşinden gittiler. Yaptılar çünkü bunu istiyorlardı. Yapmak ve katkıda bulunmak işi onların ödülüydü.
Burada anlaşılması gereken asıl konu paranın herhangi bir şey için teşvik edici bir durumunun olmaması. Tersine düşünmek, insanların son derece tembel ve bozulmuş olduğunu varsaymak demektir. Tembellik ve bozulma sosyal sistemimizin yarattığı koşullanmadır.
Şimdi, teknolojiye geri dönelim, işlevsellik açısından hayat kalitemiz ürettiğimiz teknolojik araçlar sayesinde önemli bir ölçüde yükseliyor. Çim biçme makinesinden, kalp atış temposunu ayarlayan cihazlara kadar, teknoloji hayat kurtarıyor ve monoton, zor ve tehlikeli işlere ayırmamız gereken zamanı azaltıyor. Aslında konuyu biraz ileriye taşıyacak olursak, en önem vermemiz gereken nokta teknolojik gelişme olmalıdır, sosyal yardıma yönelik teknolojinin araştırılması kültürümüzün öncelik sıralamasında en önde yer almalıdır.
Aynı zamanda, teknolojik gelişmenin düşünce ve gerçeğe çevirme aracı ile bize ulaştığını unutmamalıyız. Bu araç ‘’Bilimsel Metod’’ olsa gerek. Carl Sagan’ın bir zamanlar söylediği gibi ‘’ Toplum, bilimin verdiği hediyeleri sever, fakat onun metotlarını reddeder.’’
Bu modern çağ için de geçerlidir. Halkın anlamayı başaramadığı konu ise bilimin sıradan bir araç olmadığıdır. Bilim neredeyse, çoğunun aklının ucundan bile geçiremeyeceği kadar farklı yollarla topluma uygulanabilecek evrensel bir işlevselliktir
Teknolojinin hayatlarımızı geliştirdiği, maddesel dünyadaki insan hayatının en büyük kurtarıcılarından olduğu kesinlikle doğrudur. Öyleyse metotları topluma neden bütünsel bir şekilde uygulanmıyor?
Bilimsel metod genel olarak izole olmuş sistemlerde kullanılıyor, daha geniş kullanım alanları hiçbir zaman derinlemesine düşünülmedi. Bunun en büyük sebebi; dogmatik, süresi dolmuş ve oldukça romantikleştirilmiş dünya görüşü adına, bilimin mantığı ile savaş halinde olan asırlık batıl inançlarımızdır.
Eğer, toplumu en baştan tekrar inşa edebilme seçeneğimiz olsaydı, bunu nasıl en verimli, sürdürülebilir ve insancıl olarak yapabilirdik? İşte bu, bizim bakış açımızdır. Tabi ki, toplumu baştan yaratmak mümkün değil, ama yapmamız gereken açık. Parasal hedefler ve engeller hakkında kafa yormayı geride bırakıp, bu dünya üzerindeki olasılıklarımızı daha derin olarak düşünmeye başlamalıyız.
‘’Hammaddeye Dayalı Ekonomi’’ kavramını yaratan, işte bu amaçtır. Venüs projesi bu kavram üzerinde uzun zamandır çalışıyor ve temeli de oldukça basit. Teknolojik gelişme ve açık düzen yolu ile gezegensel hammaddelerimizin kullanım yollarını inceliyoruz, onları koruyoruz ve maksimize ediyoruz.
Bu anlatımda, nesnel yorumlamaya çok az bir yer kaldı, çünkü en temel noktasında bu anlatım sosyal düzenleme konusunda bilimsel olarak türetilmiş olan bir stratejidir. Olasılıklar olduğu sürece bilimsel parametreler üzerlerine düşeni yapacaktır.
Turkish to English: Ruhsallık/Spirituality General field: Social Sciences Detailed field: Philosophy
Source text - Turkish Ruhsallığın hepimiz için farklı anlamları varmış gibi görünüyor. Standart tanımı ise şöyle olabilir; “anlam ve amaç duygusu, kişisellik ve kişisellikten daha önemli bir şey ile olan bağ duygusu”.
Günümüzde, ruhsallık, din ve tasavvufun tekelinde. Teizm, çoğunlukla, Tanrı veya kutsal bir yaratıcı ile olan bağıntıyı kabul etmekte. Mutasavvıflar ise çoğunlukla doğaüstü kuvvet veya güç ile bağlantı kurmakta. Ana nokta ise, hemen hemen evrensel olarak, ruhsallığin birinden biriyle bağlantısının olmak zorunda olması. Çoğu bakış açısına göre de ruhsallık kişinin hayattaki statüsüyle ve amacıyla bağdaştırılmakta... Herhangi biri olabilir.
Öznel olarak bunların hepsi olabilir, bu kavramlardaki değişimleri fark etmeye başladık. Sosyal ilerleme, zamanı test etmeyi anlamak için yol açmaya yöneliyor. Modern çağda, geçmişimize dönüp bakma; atalarımızın “gerçek” olarak neyi dikkate aldıklarını sorulama ve bu fikirleri bugün bizim ne anladığımızla karşılaştırma yeteneğimiz var. Geçmişte var olmuş çoğu ruhani alışkanlık, doğal hadiselerin dikkate alınması anlayışının yerleşmesinden dolayı, artık yok. Basit bir örnek olarak, eski dinler, genellikle, hayvanları kesin amaçlar için kurban etti. Bugünlerde, bu olay çok nadir gerçekleşiyor, böyle bir davranışın istenen sonuçtaki yararsızlığı kanıtlandı. Aynı şekilde, insanlar çok ender olarak havayı etkilemek için yağmur dansı yapıyor. Hava şartlarının nasıl oluştuğunu, ayinsel yöntemlerin kanıtlanmış etkilerinin olmadığını artık biliyoruz.
Benzer bir şekilde, tanrıya belirli bir istek için dua etmenin sonuçta küçük bir etkisinin olduğu da istatistiksel olarak kanıtlanmış durumda, kişiselleştirilmiş bir yaratıcının varlığı herhangi bir bilimsellik taşımaz. Bu daha çok eski tarihsel spekülasyonlardan ve geleneklerden türetilmiştir.
İleri gelen dinler, çoğu açıdan, hayatın işleyişiyle ilgili olarak algısal bir yanlış anlamayla kökleşmiş gibi görünüyor. Örneğin, insan doğanın diğer ögelerinden daha farklı bir statüdeymiş gibi bir hayat felsefesi sergiliyorlar. Bu ruhsal benlik, nesiller için dramatik çelişkilere neden oluyor, sadece insanlar arasında değil, kasıtsız olarak, biz ve çevremiz arasında da.
Ancak, zaman ilerledikçe, bilim, insanın da diğer herşey gibi doğanın kuvvetine aynı şiddette maruz kaldığını gösterdi. Ağaçlarla, kuşlarla ve hayatın diğer tüm biçimleriyle aynı altyapıyı kullandığımızı öğrendik. Doğanın ögeleri olmadan yaşayamayacağımızı öğrendik. Nefes almak için temiz havaya, yemek için yiyeceklere, güneşten gelen enerjiye vs. ihtiyacımız var. Hayatın bu ortak yaşamla ilgili ilişkisini anlayınca, bu bağlantıya göre, gezegen ile olan bağlantımızın en derin ve önemlisi olduğunu görmeye başladık. Bunların ifade edildiği ortam olan bilim, doğayla ilgili bu işleyişin iç yüzünü anlamamızı sağlayan bilimsel metodlar, hayat sistemine bütün olarak nasıl sığdığımızı da daha iyi anlamamızı sağladı.
Bu, bir ruhsal uyanış olarak adlandırılabilir.
Bu kavrayış, insanların doğanın diğer herhangi bir ögesinden farklı olmadığı, bizim bütünlüğümüzün, ancak bizim de bir parçası olduğumuz çevremizle olan bütünlüğümüzle güzel olduğu, bilim tarafından kanıtlandı. Bu anlayış, dayanışma ve yakınlık fikrini temelinde kuvvetlendirdiği için, tamamen farklı bir ruhsal hayat felsefesi sergiliyor.
Hayatın genelindeki karşılıklı bağlantı inkar edilemez ve bu, toplumun genelinde tam olarak fark edilmemiş, tüm bağlantılardaki daimi ilişkidir. Nitekim, bağlantı ve sezgilerimizdeki tavrımız, büyük oranda doğadan uzaktadır... Ve bundan dolayı yok edicidir.
Doğa tek başına bizim öğretmenimizdir, sosyal kurumlarımız ve felsefemiz bu kurumsal ve değişmeyen ruhsal anlayışımızdan türetilmelidir.
Bu ruhsal uyanış ne kadar hızlı yayılırsa, daha matıklı, barışçıl ve üretken bir toplum da hızla oluşur.
Translation - English Spirituality has a different meaning to each of us, it seems. A standard definition would be: "A sense of meaning and purpose; a sense of self and of a relationship with 'that which is greater than self".
Currently, Religion and Mysticism seem to have the monopoly on Spirituality. Theistic religion often regards a 'relationship with god' or divine creator, as a spiritual relationship, while Mystics will often find a relationship to a 'supernatural' force or power. The bottom line is that, almost universally, spirituality has to do with a 'relationship' on one level or another. In most perspectives, it is associated with a person's 'place' or 'meaning' in life... whatever that may be.
As subjective as these things can be, we begin to recognize changes in these notions, for social progress tends to carve a path for understandings that stand the test of time. In the modern age, we have the ability to look far in our past and examine what our ancestors used to consider 'real', and then compare those ideas to what we understand today. Many "spiritual practices" which have existed in the past, no longer exist due the understandings that have come about in regard to natural phenomenon. As a base example, early religions often 'sacrificed' animals for certain purposes... this rarely happens today, as the relevance of such an act has proven pointless in its desired effect. Likewise, rarely do people perform 'raindances' in order to influence the weather... today we understand how weather patterns are created, and ritual practices have no provable effect.
Similarly, the idea of 'praying' to a god for a particular request, has also statistically proven to have little effect on an outcome, not to mention the evidence to support a personified creator doesn't exist in any scientific way...rather it is often derived from ancient historical literary speculation and tradition.
Establishment Religion, in many ways, seems to be rooted in a perceptual misunderstanding about life's processes. For instance, it presents a worldview which often puts the human on a different level than other elements of nature. This 'spiritual ego' has led to dramatic conflicts for generations, not only between human beings, but inadvertently between us and the environment itself.
However, as time has moved forward, Science has shown how human beings are subject to the exact same forces of nature as everything else. We have learned that we all share the same atomic substructure as trees, birds and all other forms of life. We have learned that we cannot live without nature's elements... we need clean air to breathe, food to eat, energy from the sun, etc. When we understand this Symbiotic relationship of life, we begin to see that as far as 'relationships' are concerned, our relationship to the planet is the most profound and important. The medium by which this is expressed, is Science, for the Scientific Method has allowed us insight into these natural processes, so we can better understand how we 'fit' into this life system as a whole.
This could be called a 'spiritual' awakening.
This realization, which has been proven by science, is that humans are no different from any other form of nature, while our integrity is only as good as the integrity of our environment, to which we are a part. This understanding presents an entirely different 'spiritual' worldview, for it forces the idea of interdependence and connection, at its core.
The interconnection of the whole of life is undeniable in the most basic sense, and it is this perpetual 'relationship' of total interconnectivity that is not fully realized by society overall. Thus, our modes of conduct and perception are largely out of line with nature itself... and hence destructive.
Nature itself is our teacher, and our social institutions and philosophies should be derived from this foundational and, invariably, 'spiritual' understanding.
The faster this spiritual awakening spreads, the more sane, peaceful and productive society will become.
More
Less
Translation education
Other - Community Interpreting Level 3 Certificate (NOCN)
Experience
Years of experience: 20. Registered at ProZ.com: Dec 2009.
Adobe Acrobat, Adobe Illustrator, Adobe Photoshop, Microsoft Excel, Microsoft Word, Powerpoint
CV/Resume
CV available upon request
Bio
Curriculum Vitae
Name: Bahar Budak
D.O.B: 9th March 1980
Address: 66 TANNERS HILL, DEPTFORD,
LONDON se8 4pn, United Kingdom
Email: [email protected]
Phone: 0044 7824819193
http://www.proz.com/profile/1172458
"PERFECTLY BILINGUAL IN TURKISH/ ENGLISH - ENGLISH/TURKISH"
I am perfectly bilingual in TURKISH/ ENGLISH - ENGLISH/TURKISH Interpretation/Translation. As an Interpreter/Translator, I am fast and accurate and am developing with experience. My personality reflects my enthusiasm for the work I do. I am patient and can work under pressure and within deadlines.
Freelance Translation/Interpretation 2004 - 2009
Article translation, Internet Web Site translation from English/Turkish - Turkish/English
Small text translation, Filling in forms, Philosophy text translation, Nature text translation, Report translation, Proofreading, Hospital visits, GP visits, Council visits, Social Services visits, Citizen advice visits, Formal meetings, Community interpretation.
Specializes in:
Advertising, Public Relations, Human Resources, Environment and Ecology, Cinema, Film, TC, Drama, Art, Arts and Crafts, Painting, Tourism and Travel, Poetry and Literature, Textiles, Certificates, Diplomas, Licenses, CVs, Journalism, Philosophy, Medical, Other...
Software:
Adobe Acrobat, Adobe Illustrator, Adobe Photoshop, Microsoft Excel, Microsoft Word, Powerpoint.
Qualifications
Current Situation 2009
Studying Community Interpretation/Translation
Freelance Translator/Interpreter
City and Islington College 2009-2010
Certificate of Proficiency in English (CPE)
Learn Direct Deptford 2009
Level 2 City and Guilt in Literacy
Kent Institute of Art and Design 1998 - 2001
BA Honours in Fashion Technology and Design
Lewisham College 1996 - 1998
HND Fashion Technology and Design
Catford County School 1990 - 1996
GCSE
Art C, English C, Science C, Maths D,
Turkish A, Spanish C, History C
Example of Translation
Field: Social Sciences
Detailed field: Social Science, Sociology, Ethics, etc.
English to Turkish: Sociology/Sosyoloji
Source text - English - Sociology
Sociology is often defined as "The study of society; human social interaction".
This field considers social structures, both Cognitive and Material. An example of a Cognitive Social Structure is the established institution of religion and how its operation affects the collective awareness. For instance, Prolife Christians share a disposition that human “life" is a separate element of nature and that killing an unborn foetus is wrong. Concurrently, the competition based monetary system has proponents putting forth ideas such as how competition is the most productive social state that humans can engage in.
Material Social Structures, on the other hand, are very obvious and they exist in the form of corporations and governments, each having a strong influence on society. Of course, all Material Social Structures bleed over into the Cognitive realm, for they always have an ideology behind them.
Now, a common sociological issue has to do with "Human Nature" and its effect in a collective sense. For instance, most people have been taught that human beings are naturally competitive with each other, along with the assumption that social stratification or hierarchy is also a "natural human tendency".
Translation - Turkish - Sosyoloji
Sosyoloji genelde, “toplumun ve insanoğlunun birbirine karşi davranışlarını" değerlendirir. Kognitif ve Materyal Yapımı deneyimleyen bir bölümdür. Kognitif Sosyal Yapımının gelişmiş kuruluşunun bir örnegi “din”dir ve topluluk bilincini etkiler. Mesela Profil Hıristiyanlar için insan eğilimi 'hayatın' doğanın ayrı bir unsuru ve doğmamış bir fetüsün öldürülmesinin yanlışlığının savunmasını paylaşır. Aynı zamanda, yarış içinde olan parasal sistem 'yarışın' insan oğlunun kendisini adayacağı en üretici sosyal durum olduğunu destekler. Fakat diğer taraftan Materyal Sosyal Yapıya bakarsak, şirketler ve devletler formunda var olur ve hepsinin toplum açısından çok etkisi vardır. Tabi ki bütün Materyal Sosyal Yapı Kognitif gerçeğe doğru yönelmektedir ki o yüzden sürekli arkalarında bir ideoloji vardır.
Yaygın olan bir sosyal konu 'İnsan Doğasıdır' ve topluluk açısından nasıl bir etkisi olduğudur. Mesela çoğu insanlarca, insanoğlunun doğal olarak birbiriyle yarışması ve bunun yanında sosyal sınıflanmanın veya sıralı düzeninin 'doğal insan eğilimi' olarak kavranmasıdır.
Keywords: I am perfectly bilingual in Turkish - English Interpretation/Translation.
As an Interpreter/Translator, I am fast and accurate and am developing with experience. My personality reflects my enthusiasm for the work I do. I am patient and can work under pressure and within deadlines.
Expertise 
Portfolio